Simyacı / O Alquimista

Kübra Demirbıdak
3 min readDec 14, 2020

Kendi kişisel menkıbesini gerçekleştirmek için İspanya’dan Mısır’a; Çobanlıktan billuriye dükkanında çalışmaya varan bir öykü. Santiago’nun belirli bir dönem içerisinde yaşadıklarına ve aldığı derslere şahit olurken kendimizi bir anda İspanya’da yüzümüze Afrika’dan esip gelen rüzgârı hissederken, bir anda Mısır’da sıcak kumların üzerinde seyahat ederken buluyoruz. Tüm bunların yanı sıra baştan sona kadar Santiago kendi kişisel menkıbesini gerçekleştirmeye çalışırken biz de kendi kişisel menkıbemizi bulmaya çalışıyoruz.

İşaretleri yorumluyor, acaba hayatımızda kaç tane böyle işareti sırf yüreğimizin sesini duymayı unuttuk diye kaçırdığımızı düşünüyoruz. “Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren iş birliği yapar” demişti yaşlı kral Melkisedek. Kelimelerin ötesindeki dili, konuşmadan anlaşabilmeyi; ruhun gücünün gözlerdeki yansımasını ve her şeyin aslında bir şey olduğunu kavrıyoruz. Simyacı bu özellikleriyle nasihatname özelliklerini de barındırıyor. Kitap boyunca iç sesimizle konuşmamızı sağlayan büyülü bir yolculuğun içinde buluyoruz kendimizi; kendimize şaşırıyoruz biz de Santiago gibi. Yaşamımız boyunca aldığımız dersleri geçiriyoruz aklımızdan. Yapabilecekken yapmadığımız, çok istediğimiz halde görmezden geldiğimiz hayallerimiz geliyor aklımıza. Belki de sonunda acı çekmekten korktuğumuz için yüreğimizin sesini duymamazlıktan geldiğimizi fark ediyoruz.

Santiago ve bizim yüreğimiz, herkesin yüreği acı çekmekten korkuyordu ve kimse acının korkusunun, acıdan daha kötü bir şey olduğunu düşünmüyordu. Simyacı söylemişti bunu.

“..insanların yürekleri böyle olur. Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağan üstü olabilecek ama olamayan anlar, keşfedilmesi gereken, ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz.”

Dünyayı gezme arzusuyla dolu Santiago koyunlarıyla kendine göre memnun olduğu bir hayat yaşamaktadır. Hayatında ara sıra gördüğü insanlardan, yün sattığı tüccarlardan başka gördüğü pek de kimse yoktur koyunlarından başka. Her gün aynı insanları gördüğümüz zaman onlar ve biz birbirimizin hayatının bir parçası olarak görmeye başlayacağımızı ve bu yüzden de yaşamlarımızı istedikleri gibi değiştirebilme cüretini göstereceklerini söyler. Bu değişime, onların istediği gibi şekillenmeye karşı durduğumuzda da canları sıkılacaktır. “Çünkü efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.”

Hayatın akışı içerisinde belli anlarda herkesin yaşamının ipleri elinden bir süreliğine de olsa kaçırdığından yazgımız kaderin eline geçer. Aslına bakarsanız böylesi daha konforludur. Çünkü daha kolaydır. Hiçbir çaba göstermeden, isteklerimizin peşine düşmeden tüm sorumluluğu yazgıya atmak. Olmayınca onu suçlamak. Santiago bunu yapmıyor. İnsanın düşlediği şeyi gerçekleştirmesi için her zaman olanak bulunduğunu anlamayanlardan farklıydı. Çünkü kendisine inandı. Yola çıktı ve farketti ki;

“bir şeye karar vermek, başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.”

İki gece üst üste rüyasını gördüğü hazinesini bulacaktı. Hem ne kaybederdi ki? Hiç değilse Mısır’ı görmüş olurdu.

Kanımca Santiago ve biz yol boyunca hazineden çok daha fazlasını bulduk. Yolun kendisi bir hazineydi. Ve onu bulmak için yolda olmamız gerekirdi. Hazineye ulaşmadan önce yol boyunca öğrenilen her şeyin bir değeri vardır çünkü. Evrenin ruhu buna değer biçer.

“Düşümüzü gerçekleştirmemizin yanı sıra, ona doğru ilerlerken aldığımız dersleri iyice öğrenmemizi ister. Ama insanların çoğunluğu işte bu anda vazgeçerler. Çölün dilinde biz bu durumu şöyle tanımlarız: vahanın palmiyeleri ufukta görünmüşken susuzluktan ölmek.”

Santiago o anda ülkesinde söylenen bir sözü hatırladı: En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.

Bu hikaye kazanmanın hikayesidir. Üstelik sadece Santiago için değil..

--

--